THE JOURNAL OF FOOD’ta yayımlanan bilimsel bir makaleden sizlere de bahsetmek istiyorum. Süleyman Demirel Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü’nden Çağlar Gökırmaklı, Bilgenur Üçgül, Zeynep B. Güzel-Seydim tarafından gerçekleştirilen bu çalışama bize postbiyotikler hakkında çok önemli bilgiler veriyor. Tam da bu nedenle bu dosya konusuna bu bilimsel makale de dahil olmalı dedim.
Gündelik hayatın hızlı yaşam temposu ve buna bağlı olarak yaygınlaşan hızlı yeme alışkanlıklarının tüketici sağlığı üzerindeki etkileri, bilim insanının çalışmalarına konu olmaya başlamıştır. Fazla yağlı, fazla tuzlu ve fazla şekerli ürünlerin tüketimine bağlı olarak meydana gelen dengesiz şekilde beslenmenin, vücuda zararları sadece mide ve bağırsak sorunları ile kalmayıp, ayrıca gıda alerjisine, kalp ve damar hastalıkları ile bağışıklık sisteminin zarar görmesine sebep olabilmektedir. Dahası, yeni yapılan çalışmalara göre Parkinson ve Alzheimer gibi nörolojik hastalıklara da sebep olabildiği belirtilmiştir.
Beslenme ve insan sağlığı ilişkisi, yaklaşık 2500 yıl önce, ilk defa Hipokrat tarafından “ilacınız gıdanız, gıdanız ilacınız olsun” ifadesi ile ortaya konulmuştur. Günümüzde ise kalp, dolaşım sistemi ve obeziteye bağlı rahatsızlıklarda yaşanan artış nedeniyle tüketicilerin fonksiyonel besinlere ve gıda takviyelerine yönelimi artmıştır. Fonksiyonel gıdalar, besin ögeleri sağlamalarının ötesinde, tüketicisine, ek sağlık faydaları da sağlamaktadır. Bu gıda grubu içerisine, minerallerden liflere kadar pek çok farklı gıda ve gıda bileşeni dâhildir. Bunlar içerisinde ise probiyotik gıdalar, sağlık etkileri nedeniyle artan tüketici talebine bağlı olarak, ayrı bir öneme sahiptir.
Son yıllarda, postbiyotikler ve para-probiyotikler gibi probiyotiklerle ilgili yeni kavramlar, probiyotiklere ilave biyoaktiviteler sunarak konakçıya fayda sağlayabilecek canlı olmayan mikroorganizmaları veya hücresiz özütleri tanımlamak için kullanılmıştır. Postbiyotiklerin, uygun absorpsiyon, metabolizma ve boşaltım potansiyellerine sahip olduğu ve böylece, konakçıdaki çeşitli organ ve dokulara yüksek kapasiteli sinyal gönderimi yaparak çeşitli biyolojik tepkileri tetiklediği belirtilmiştir. Postbiyotiklerin benzersiz kimyasal yapılara sahip olması, güvenilir profillere sahip olmaları, tespit edilmiş bir toksisitelerinin olmaması, probiyotiklerden daha uzun raf ömrüne sahip olmaları, memeli bağırsak enzimlerine dirençli olmaları, anti-enflamatuar, immünomodülatör (bağışıklık sistemi reaksiyonlarını düzenleyici), anti-obezojenik, antihipertansif, hipokolesterolemik, antiproliferatif (hücrelerin çoğalmasını engelleyen) veantioksidan aktivitelere sahip olabilen çeşitli sinyal moleküllerini içermeleri ve gastrointestinal sistemde stabil olarak kalabilmeleri onları güvenilir bir alternatif yapmaktadır. Özet olarak, postbiyotikler, fermantasyon sırasında mikroorganizmalar tarafından üretilen biyoaktif bileşiklerdir. Postbiyotikler arasında mikrobiyal hücreler, hücre bileşenleri ve metabolitler bulunur. Çok çeşitli probiyotiklerden veya onların inaktivasyonu yoluyla elde edilebilir ve raf ömrü açısından farklılık gösterebilirler. Postbiyotikler fonksiyonel gıdalarda ve farmasötik endüstride hastalıkları önlemek ve terapötik amaçlar için kullanılabilirler. Bu amaçla bağırsak mikrobiyel ekosistemine tanıdık olmayan probiyotik suşları kullanmak yerine, konakçının endojen probiyotiklerini güçlendiren, sağlığı olumlu etkileyen postbiyotikler, canlı probiyotiklere göre daha güvenli bir alternatif olarak kabul edilebilirler.
Biyoteknolojik olarak, fermantasyon, postbiyotiklerin temel kaynağıdır. Tahıl tanelerindeki B vitamini içeriğindeki artış, postbiyotik fermantasyonuna güzel bir örnektir. Tahıllar, önemli düzeyde B grubu vitaminleri içerir. Sıklıkla, bu vitaminler, öğütülme prosesi sonrasında kayba uğrar veya ısıl işlem neticesinde yok olurlar.
Yapılan farklı çalışmalar, sağlıklı bir bağırsağın iç dengesinin ve işlevselliğinin, canlı bakterilerin mekanizmalarına bağlı olduğunu göstermiştir. Bağırsak mikrobiyotasının modifikasyonu, mukoza ve epitelyumdaki rekabetçi bakterilerin tutunabilme kabiliyetleri, bağışıklık sisteminin modülasyonu gibi mekanizmalar bakterilerle ilişkilendirilir. Probiyotiklerin bu yararlı etkileri, esas olarak doğuştan gelen bağışıklık sistemi ile ilişkilidir, fakat probiyotiklerin etkinliği büyük ölçüde mikrobiyal türlere veya suşlara ve bunlardan türetilen postbiyotiklere, probiyotik hücre miktarına ve etkinliğine bağlıdır. Bu bağlamda, faydalı bağırsak mikrobiyotasının sağlığı geliştiren faydaları hem canlı (probiyotik) hem de cansız metabolitleri ve/veya yan ürünleri (postbiyotikler) ile ilişkili olabilmektedir.
Postbiyotiklerin sağlık üzerine etkileri
Yoğurt, kefir, lahana turşusu, salamura sebzeler gibi fermente gıda ürünleri postbiyotik bakımından zengin içerikli gıdalardır. Postbiyotiklere kısa zincirli yağ asitleri, bakteriyosinler, kefiran, biyoaktif peptitler örnek olarak verilebilir. Genel olarak, test edilen postbiyotiklerin hem uyarılmış hem de uyarılmamış hücrelerde dikkate değer antienflamatuar etkisi nedeniyle immünomodülatör etki gösterdiği sonucuna varılmıştır.
Çalışma sonucunda, özellikle suşlardan bir tanesinin yüksek miktarlarda ekzopolisakkarit ve antimikrobiyal madde içerdiği belirtilmiştir. Bir başka çalışmada ise obezite ve metabolik bozuklukların tedavisinde veya önlenmesinde adaptif termogenezi (açlık durumunda vücudun enerji harcamasını azaltması durumu) indüklemek için hem prebiyotiklerin hem de postbiyotiklerin kullanılabileceği bahsedilmektedir fakat bu çalışmalar çoğunlukla hayvanlar üzerinde yapıldığı için, insanlar üzerinde daha fazla çalışma yapılması gerekmektedir. Yapılan insan denemelerinden çocuklar üzerinde yapılan çalışmalarda, postbiyotikler, ishali iyileştirme konusunda tutarsız veriler sunmasına rağmen, yetişkinlerde görülen ishalin tedavisinde, postbiyotiklerin olumlu rolü olduğu belirtilmiştir.
Gıdalardan sağlanan postbiyotikler arasında, bağırsak mikrobiyotası tarafından üretilen postbiyotikler olan fenolik türevli metabolitler, kısmen yüksek biyoyararlanımları nedeniyle gıda polifenollerinin sağlık yararlarına aracılık edebilir ve ayrıca bağırsak mikrobiyota ekolojisini modüle ederek hem bağırsak hem de sistemik kronik bozukluklar üzerinde etkili olabilirler. Bilimsel çalışmalar, postbiyotiklerin klinik, teknolojik ve ekonomik yönleri açısından benzersiz özellikleri ile kolorektral kanser gibi kanser hastalarında da hem önleyici hem de destekleyici tedaviler için, yan etkiler olmadan kullanılabileceği konusunda umut vadetmektedir.